Hikayeler
Adi Papatya
Yemek saati tekrar gelmişti
Şimdi onu görmek için heyecanlandığını hissetti genç adam
Ve sevdiği insan ile bir türlü buluşamamasını
Alt kattaki restoranta inerken
bir yandan sevinip bir yandan da düşünüyordu
İş yerinin olduğu binanın üst katında çalışmaktadır aşık olduğu kız
Her öğlen yemek saatinde uzaktan izleyebilmektedir onu
Ve yemek başlangıcında ,bitiminde sigarasını içerken
sadece gizlice bakışlarını
Kız bunu asla fark etmemiştir
Her zaman ki gibi yemek yerken arkadaşlarına
sigara dumanınından rahatsız olduğunu söyleyerek
içenleri eleştirir
- Bakın ben bıraktığıma göre herkes bırakabilir diyerek
tepki gösterirdi
Bir gün tüm masalar dolu iken genç kız mecburen
adamın yanına oturmak zorunda kalır ve tanışırlar
Kısa bir konuşmadan sonra genç adam heyecanlanır ve
sigara yakmak isterken
Kız Lütfen Yanımda içmezseniz sevinirim der
Genç adam ise, ama demeye kalmadan
kız elinden sigarayı alır ve
artık birine dur demeliyim diyerek
bundan sonra her yemekte beraberiz
İçeceğiniz tüm sigaraları ben alacağım der
Adam içten sevinir bu olaya
Her gün görebilecektir sevdiği kızı
Yanında olacaktır artık
Elbet bir anını bulup sevdiğimi de açıklarım diyerek
mutluluktan tüm dünyası değişmiştir
Ama bu yemek olayları sürmüştür
Kız ise arkadaşı gibi gördüğünde,
ona tüm gününe sigara yasağı koymuştur
Tüm gün içinde içeceği sigaraları ona verecek ve
bıraktığında ise
o günden beri kaç tane içmediklerini hesaplayacaklardır
İddiaya da girmişlerdir
Artık aylar geçmesine rağmen
adam dayanamayarak bir yazı yazmak ister ona
Kalemi ve kağıdı alarak çok içten bir yazı yazar
Özenle bir zarfa koyar
Zarfı da mühürleyerek boş kısmına PAPATYA yazarak
öğlen yemeğinde kıza verir
Bu benim yazılarımdan biri, lütfen okuyup
yarın bana yorumlarını iletebilir misin der
Kız ise, oralı bile olamayarak arkadaş tavrıyla
hele şu senin sigarayı bırakma olayını bitirelim diyerek geçiştirir
Adam ise mutsuz bir şekilde istemeyerek te olsa
onaylar söylediklerini
Akşam evine giderken bir trafik kazası geçiren adam, bitkisel hayata girer
Tüm aile fertleri toplanıp hayata dönmesi için dua ederler
Ama adamın durumu çok ciddidir Ve asla konuşamıyordur
Gün ışımıştır
Herkes heyecanla bekleyiştedir
Kız ise evinde işe gidiş için hazırlık yapmaktadır
İş yerine geldiğinde içindeki huzursuzluğu bir türlü çözemez
Öğlen olduğunda gözleri arkadaşını arar ama bulamaz
Keyifsizce yemeğini yerken, nerede bu ya, diyerek aramaya karar verir
Telefonu uzunca çalar ve telefona bir bayan sesi çıkar
Onu sorduğunda hastanede yoğun bakımda olduğunu öğrenir ve
annesinin feryadına şahit olur
Donmuştur kız
Konuşamamış sadece dinleyebilmiştir
Akşam olduğunda o şok ile hastaneye bile gidememiştir
Çocuğun ölüm haberini aldığında ise istem dışı ağlamaya başlamıştır
Günleri bir anda bu olay ile geçmektedir
Bir gece uyuklarken gencin yazdığı mektup gelir aklına Alıp bakar
Üzerinde papatya yazıyordur
Kızın adıda papatya dır
Yavaşça açarken zarfı papatya kokuları gelir burnuna
Çok şaşırmıştır
Titreyerek içerisinden çıkan kağıdı alır
Bir tanede sigara çıkar içinden
Şaşkınlıkla zarfın içerisinden çıkan kağıdı açar
Evet, ağlamaya başlar, hemde hıçkırırcasına
Kağıtta şu notlara yazmaktadır
Bu şokla kız topladığı binlerce sigaralara bakmak için poşeti açar
Birini eline alır ve sigaranın üzerinde silik olarak şu yazıyı okur
- “Bugün çok şekersin yine”
Birini daha alır, ondada; “Biliyor musun sensiz yapamam galiba” yazar
Birine daha; “Meleklerin en safı sen olmalısın”
Birine, birine, birine Her sigaranın üzerinde bir söz ilişmiştir kıza
Ağlayışın hıçkırık olduğu anda sigaranın birini alıp içmek ister
Yaktığında ise odayı sadece papatya kokusu sarar kusursuzca
PAPATYA
Seni ilk gördüğümde başladım papatyaya
Her yokluğunda binlerce papatya oldu içimde
Seni yaşatmasalar da hissettirdiler
Taki sen gelip masama oturduğun anda
Hiç bakmadın değil mi onlara
Binlerce oldu elinde
Ben sigarayı değil papatyayı bırakamadım

Alacakaranlığın sonlarına doğru sokağa sis hakim oldu. Gündüzün gürültülü sesleri yerini derin bir sessizliğe bıraktı. Karanlık ağırlaştıkça kuru soğuk donduruyordu. Sıcaklık birden 0 derecenin altına indi. Sokağın biraz uzağındaki caddenin cıvıl cıvıl hareketliliğine rağmen, o taraftan bu tarafa geçmeye kimsenin cesareti yetmiyordu. Bu cesaretsizlikleri belki kıyıda köşede bekleyen hırsız, ayyaş nedeniyleydi fakat, hırsız ve ayyaşı da korkutacak başka şeyler de vardı. Sokakta in cin top oynuyordu.
Aşağı doğru eğimlenen evler, barakaları andırıyordu. Pencereler kırık dökük, bahçelerindeki bataklıklar, neredeyse yıkılma noktasındaydı. Topu topu 3-4 ev vardı geniş sokağın içinde. Toprak yolları bir aracın geçmesiyle toza boğuluyordu. Sokağın başında, adını gösteren levha vardı, ok olan tarafındaki çivisi düştüğünden, ok aşağıya dönmüştü, rüzgar nedeniyle sallanıp duruyordu. Birçok rivayet söylenmişti üstüne ama çoğunda inanılmayacak şeylerdi. Yaşlı bir kadın gece yarısı geçerken evlerden sesler geldiğini söylemişti, kimse inanmamıştı fakat o andan sonra o sokağa da kimse uğramamıştı. Osmanlının kıyıda kalmış eski evleri, biraz ilerideki günümüz evlerinden çok uzaklardaydı sanki.
Elektrik direğindeki kablolar parçalanmıştı, sokak lambası yanmıyordu, neredeyse sağlam bir tek kaldırımları kalmıştı.
Sokağın canı olsaydı, heralde üzgün olurdu, "Ah" derdi, "nerede o eski günler, yüzyıllar önceki cıvıl cıvıllığı, şu dört evde oturan insanlar, kalabalık aileler. Gündüzün hareketli saatleri, gecenin güzel oyunları, pırıl pırıl evler şimdi ne haldeyim" derdi heralde. Köşeye itilmişti sanki, kentin dibinde kalmıştı.
Sokağın ilerisindeki caddeden ilerleyen bir kamyonet ön tarafta üç kişi sıkışmış, arkada da bir evin yükü vardı. Eşyalar birbiri üstüne düzensizce serpilmişti.
"Hey çek ayağını, ayağımı ezdin" dedi ortadaki adam.
"Haa! Pardon" diyerek ayağını çekti sağdaki adam.
Şoför: "Yahu geç kalacağız baya, şimdi bizim Bursa'yı geçmiş olmamış gerekti, oysa daha nerelerdeyiz."
"O halde daha hızlı git, görmüyor musun yollar bomboş." dedi ortadaki, iki kişiye oranla oldukça kısa olan adam.
"İstesem uçarak gideceğim de, yük çok ağır, hızlanamıyorum. Motordan sesler geliyor."
"İyi" dedi ortadaki adam, "O zaman dal şuraya da kestirmeden gidelim bari."
"Oranın kestirme olduğunu nereden biliyorsun ki" dedi şoför.
"Bilmem. Tahmin ettim" dedi ortadaki. "Ahh!" diye bağırdı tekrar "yahu kaç defa söyleyeceğim çek şu ayağını."
"Haa! Pardon" dedi sağdaki adam.
Kamyonet caddeden ayrılarak sağdan toprak yola girdi. Şeytanların bile uğramadığı, herşeyin yıkık dökük olduğu uzun bir yola girmişlerdi.
"Yollar amma da bozuk" dedi şoför. Araç sallana sallana gidiyordu. Bazen taş parçalarına çarpıp iyice bir sendeliyordu. Motor da zaman ilerledikçe daha çok "imdat" diye bağırır gibiydi.
"Ne diye bizi buraya soktun" dedi sağdaki. Ortadaki ses çıkarmadı. Saatine baktı 22.20 "iyice geç kaldık" dedi ortadaki. "Adam da iyice uyarmıştı geç kalırsanız paranızı keserim diye."
"Keşke birahaneye gitmeseydik" dedi şoför. Bir müddet sessizlik oldu. Kamyonet uzun yolu bitirince, sokağın önünde, sallanan levhanın biraz gerisinde durdu. "Neden durdun" dedi ortadaki, "Hadisene".
"Yahu biz yanlış gidiyoruz. Bu sokağın çıktığı yerin neresi olduğunu bile bilmiyoruz. İyice yönümüz şaştı."
Bu sırada arabanın motoru bir "ohh" çekti.
"Hep senin sivri zekan nedeniyle oldu" dedi sağdaki, ortadakine bakarak. "Bir sürü kestirmeye soktun bizi, sonunda kaldık armut ağacı gibi".
"Tamam tamam" dedi ortadaki, "geri dönelim o halde, hadi caddeye geri dönelim".
"On dakika boşuna geldik" dedi şoför. "Neyse hadi gidelim o halde".
"Sis de iyice bastırdı" dedi şoför, "Yahu nedir başımıza gelen". Kontak anahtarlarını çevirdi, Motordan tirenin giderken çıkardığı ses gibi bir ses geldi. Şoför tekrar denedi bu sefer daha değişik sesler gelmeye başladı.
"Galiba itmeniz gerekecek" dedi şoför. Sağdaki kapıyı açtı, inince ortadaki de peşinden dışarıya çıktı.
"Üf" dedi ilk çıkan, "Ne biçim soğuk var".
"Ben de üşüdüm" dedi sonraki, daha kısa boylu olanı.
"Ne biçim sis bu be. Hiç böylesi bir sis de görmemiştim" dedi kısa olanı.
Aracı itmeye çalıştılar. Yavaş yavaş ağaç ilerlemeye başladı. Şoför, eğimli sokağa doğru direksiyonu kırdı ki ağaç daha rahat çalışabilsindi. Araç yavaş yavaş hızlandı, arkadakiler itmeye devam ediyorlardı. İyice hızlanınca arkadakiler bıraktı itmeyi, kamyonet hızla gitmeye başladı fakat motor çalışmıyordu. Sokağın eğimiyle birlikte hızı iyice arttı. Arkadakiler oldukları yerde durmuş aval aval kamyonete bakıyorlardı.
Şoför frene basıyordu fakat frenler tutmuyordu. Araç hızla aşağıya doğru ilerledi. Sis ağır olduğundan, kamyonet gözden kayboldu. Arkadakiler ne yapacaklarını şaşırmışlardı.
"Kamyonet nereye gitti" dedi kısa olanı.
"Bilmem ki" dedi uzunu.
"Gidip bakalım mı"
"Boşversene, kimbilir hangi cehenneme gitmiştir. Bu sokağın sonu görünmüyor."
"Eee ne yapacağız" dedi uzunu.
"Bilmem ki" dedi ötekisi, saatine baktı, 11'e 20 dakika vardı.
"Bu iş pek hayırlı değil" dedi kısası, "en iyisi mi geri yürüyelim, şoför başının çaresine bakar."
"İyi o halde, caddeye kadar epey yol var ama".
"Olsun" dedi kısası, "buraya girmektense yarım saat yürürüm."
Yavaş yavaş sokağın başından ayrıldılar. Sislerin içinde hem soğuktan hem de heyecanla karışık korkudan titreye titreye yollarını tuttular.
Saat 23.00'de sis iyice hakim olmuştu artık. Neredeyse göz gözü göremeyecek kadar ağırdı hava. Tam 23.00'de dört evden de saat çanları duyulmaya başlandı. Hayatın var olduğunu gösteren belirtilerdi sanki. Evlerin bahçelerinde bulunan bataklıklardan kurbağa sesleri gelmeye başladı. Köpekler uluyordu, sesler artıyordu, evlerden bağırışlar geliyordu. Sokakta göz gözü görmüyordu ama, gürültü birden patlak vermişti.
Eşyalar canlanmıştı sanki, kıpırdanmalar, bağırışlar bütün sessizliğin öcünü alıyordu. Bu gürültü karşısında, baygın kamyonet şoförü kendine geldi. Kamyonet kaldırıma çıkmış, bir evin bahçesine girmiş ve yan yatmıştı. Zar zor kendini doğrulttu. Diğer kapıdan yukarı attı kendini, sonra tekrar eski yerine döndü, "Nerdeyim, bu gürültüler de neyin nesi" diye söylendi kendi kendine, biraz sakinleşti. Evden "onu bana atma" diye bağırış geldiğini duydu. Sonra da bir şey atıldı ve gürültülü bir demir sesine benzer ses çıktı. Şoför olduğu yerde durmakla çıkmak arasında bir tereddüt içinde kaldı. Yakınındaki bataklıktan gelen kurbağa sesleri canını sıkmaya başlamıştı.
"Yeter! Daha fazla kalamam" deyip tekrar diğer kapıdan kendini dışarı attı. Arabanın arkasına geçip eşyaların arasında kendini sakladı.
"Sabaha kadar beklerim" deyip endişeyle sesleri dinlemeye başladı. Beklemekle saat bir türlü geçmek bilmiyordu, merak içindeydi, kenardaki aracın arka kısmını örten bezi yırtarak bir delik açtı. Evi gözetlemeye başladı. Hiçbir ışık yoktu. Fakat gürültüler devam ediyordu. Bir ses duydu, baya tedirgin oldu.
"Şu araba da neyin nesi".
Birden ortalığı sessizlik kapladı. Şoförden soğuk terler boşalmaya başladı. Bataklıktan kurbağa sesleri gelmiyordu artık. Birkaç ayak sesi duydu. Kapı eşiğindeki merdivenlerden iniyordu.
Şoför delikten o yöne baktı, sadece bir ışık gördü, başka da bir şey görünmüyordu. Evden piyano sesleri gelmeye başladı. Şoförün bakmasıyla ışık aniden söndü, piyano sesi de kesildi. Hiçbir şey görünmüyordu şimdi. Şoför bir müddet sonra baygınlıkla karışık uykuya daldı.
Sabahın gizemli aydınlığı, birbirleriyle haberleşen kuşların cıvıltılarıyla şoför kendine geldi. Eşyaların arasından sersemlemiş şekilde sıyrıldı. Boynunda bir ağrı vardı. Yan yatmış kamyonetten dışarı çıktı. İlerki caddede oturan 9-10 çocuk bu sokağı kendilerine mesken tutmuş oynuyorlardı.
Şoför, kapı eşiğinden içeri girdi. Evin hertarafı kırık döküktü. Yerler toz içinde, pencereler inmiş, kapılar delik deşik, eşyalar kullanılamaz haldeydi. Merdivenlerden bir üst kata çıktı, alttaki kattan bir farkı yoktu. Saat durmuştu. Dışarıda oynayan çocuk sesleri oraya kadar geliyordu. Adam kendi kendine, "bu ev onarılıp çok güzel kalınır burada". dedi. Sonra merdivenlerden alt kata indi ve dışarı çıktı. "Neyse, kamyoneti daha sonra çıkarttırırım" diyerek bahçe kapısından dışarı çıktı ve caddeye doğru yürümeye başladı. Yaşadıklarına bir anlam verememişti ancak fazla umursamamıştı da.
Hava kararmaya başlayınca çocuklar sokağı terketti. Sokak yine eski yalnızlığına bırakıldı. Alacakaranlığın ardından oluşumlar yavaş yavaş başlıyordu. Dört evin bahçesindeki bataklıklardan tek tük kurbağa sesleri gelmeye başladı. Evlerin saatleri daha çalışacak enerjiyi elde edememişlerdi ama birkaç saat sonra deli gibi ibreler dönmeye başlayacaktı. Evdeki tozlar eşyalardan sıyrılmaya başladı, evde bir düzen beliriyordu.
Saatlerin üst kenarlarında daha oluşumunu tamamlamış iki göz kapağı seçilebiliyordu.
Sokak eski gece hayatını, hareketliliğini arıyordu.

Ağır gecenin karanlığında Ne olacak? diye düşünüyordu.Varoluş yazgısı bittiğinde ve zamanın sonuna gelindiğinde ne olacak? Yaşam bir saniye daha ilerleyemediğinde, insanlar çaresiz şaşkınlıklarının dışında ne hissedecekler? Yeni bir duygu hissedecekler.Daha önce insanoğlu tarafından hissedilmemiş bir şeyler...Eminim. diye söylendi.Yatak odasındaki boy aynasının önüne bir koltuk getirdi ve aynanın karşısına oturdu.Bir sigara yaktı.Bir süre aynadaki görüntüsünü seyretti.Ardından kendi görüntüsüne gülmeye başladı: Aynaya baktığımda gözlerimde gezinen sevgisizliği gerçekten fark ediyor muyum? Zamanla ellerimin arasında kaybettiğim insanlığımı, maskelediğim özümün soğukluğunu ve ürpertisini, tüm acımı içime gömerek mezarımın-aynanın- başında içtiğim sigaraların sayısını hatırlıyor muyum? Kaç kere? Bilmiyorum. Cevapsız kalmak bana burukluk verirken umarsızlığım beni korkutuyor mu? Evet.Korkuyorum, korkuyoruz, korkuyorlar.Bizler gerçekliğimize oyun muamelesi yapıyoruz Sigarasını söndürdü ve kol saatini çıkardı.Evdeki sessizliğe alıştığı için artık ürkmüyordu. Böyle mi geçecek yaşamım? Çeşitli guruplara bölünerek, kendimden korkarak ve kendime acıyarak yada kendimi taşlayarak yaşamaya devam edebilecek miyim? Evet?..Hayır?..Bilmiyorum.Kafamı suyun içerisine sokup nefessiz kaldığımda gerçekleri, yalanları, suçsuzları, suçluları birbirlerinden ayırt edemem...Kendimin gardiyanı olarak hiçbir yere ulaşamayacağımı da çok iyi biliyorum.Biliyorum fakat ne değişiyor? Böylece rahat koltuğuna gömülüp korkaklığın kadehinden şarap içtikçe hiçbir şey değişmez.İstediğim kadar sarhoş olurum, istediğim kadar yakalarım kendimi...Korkularımın elverdiği kadar ayık yaşarım.Ölümü beklerken yaşanılan birkaç heves, birkaç değişiklik, birkaç izlenim...İşte hayatım...Arkasından soğuk mezarın içerisinde geçecek sonsuz yıllar, toprağın kokusuna karışma gerçeğiyle yüzleşmek...İşte ölümüm...Sonra?Sonra ne olacak? Telefonunun çalarken çıkardığı elektronik melodiyi duyuyordu.Telefonu açmamaya karar verdi. İçeri girmekten korktuğum için cennetin kapısının önünde günlerce beklerim. Cennetin kapısından içeri girememenin cehennem demek olduğunu da çok iyi biliyorum..Sıkıntılarım tarafından içimin kemirildiğini bile bile kılımı kıpırdatmadan sıkıntılarıma alışmaya çalışırım. Bukalemun gibi davranır, zamanla her şeye alışırım. Gözlerini kapattı. Ne kazanırım? diye fısıldadı.Söylesene Ayna....Niye susuyorsun?...Ne kazanırım? diye bağırdı.Tekrardan gülmeye başladı.Aynanın karşısından kalkarak oturma odasına geçti.Televizyonun karşısındaki geniş koltuğa oturdu ve televizyonu açtı. Yüzündeki yapay gülümseme kaybolmuştu. Televizyon kanallarını incelemeye başladı.Gece haberleri..Kanalı değiştirdi.Spor programı....Kanalı değiştirdi.İki homoseksüelin sunduğu saçma bir televizyon programıyla karşılaştı.Popüler müzik sanatçılarından birinin programa konuk olduğunu gördü.İki artı bir üç eder. Diye düşündü.Üç tane balık beyinli, moda ve toplumun giyim tercihleri hakkında konuş! uyorlardı.Biraz düşündü ve televizyon kanalını değiştirme gereğini duymadı.Alışıyordu.
